Pek çok kişinin baktığı ama kimsenin göremediği gizli gerçekleri, Selçuk Eracun ortaya çıkarıyor
Tarih boyunca hem dini hem de kültürel anlamda çok önemli bir nokta olan İstanbul’un sırlı tarihini, saklı hikâyelerini ve bu kadim şehrin bize bıraktığı eşsiz mirası daha yakından tanıma fırsatı bulabilmek için ülkemizin alanında en değerli uzman isimlerinden biri olan Selçuk Eracun ile tarih kokan Balat’ta buluştuk. Araştırmacı, Yazar ve Rehber Selçuk Eracun’u, The Museum of Chora, Dolmabahçe Sarayı, Efes Antik Kenti, İstanbul’un Latin Çağı, Bir Pera Masalı ve son olarak kaleme aldığı ve çok ses getiren İstanbul’dan Saklı Hikâyeler kitaplarından da tanıyoruz. Ve şimdi sizleri Genel Yayın Yönetmenimiz Neslihan Akbaydar ile bir araya gelen Selçuk Eracun ile tarihin gizemli şehri İstanbul’un yanı sıra Göbeklitepe ve Ahit Sandığı ile ilgili önemli açıklamalarıyla ve kendisini de daha yakından tanıma fırsatı bulabileceğiniz eşsiz bir yolculuğa çıkarıyoruz.
Selçuk Bey, araştırmacı, yazar ve rehber kimliğinizle İstanbul’un tarihi, saklı hikâyeleri deyince akla ilk gelen isimlerden birisiniz. İstanbul Valiliği ve İBB’de sizinle yıllardır önemli çalışmalar içerisinde. Yakın bir zamanda da İBB Basın Yayın ve Halka İlişkiler Dairesi için hazırladığınız “İstanbul’dan Saklı Hikâyeler” adlı kitabınız yayınlandı. Kitabınızı konuşacağız ama öncesinde sizi akademisyenlerden, profesörlerden farklı kılan yanınızı konuşmak istiyoruz. İstanbul’un tarihini nasıl anlatmayı tercih ediyorsunuz?
İstanbul Valiliği’nin sayfasında İstanbul’un fethini anlatmıştım. O zaman Vali Bey şimdi İçişleri Bakanı olan Sayın Ali Yerlikaya, valiliğin düzenleyeceği İstanbul’un Fethi kutlamalarında fethi anlatmamızı istemişlerdi; biz de bu görevi heyecanla anlatmıştık. Bunları bir ders anlatır gibi anlattığınız zaman insanlar dinlemiyorlar. O yüzden biz işin içine biraz hikâye, yaşanmış olayların içinden seçip de biraz başlıklar koyduğumuzda, yolculuk sırasında arabayla durup tesislerde bir kahve içmek gibi oluyor kendine getiriyor dinleyiciyi, o yüzden daha ilgi çekici oluyor. Hakikaten anlattığımızda çok güzel geri dönüşler oldu hatta hala valiliğin sayfasındadır.
O zaman tam da buradan başlayalım. Kitabınızda İstanbul’un Fethi’ni anlatıyorsunuz. İstanbul’un Fethi Kutlamalarında nasıl anlatmıştınız?
Evet, kitapta İstanbul’un fethini de anlattım. Fatih, 6 Nisan 1453 senesinde İstanbul’da Macar bir ustadan destek alarak o devasa topları yerleştirdi. Doğu Roma saldırı yapmayacağı, savunmada kalacağı için bu topları istememişti. Urban usta da aldı projesini Fatih’e gitti. Fatih Sultan Mehmet bu projeye bayıldı. Hatta derler ki havan topunun icadı fetih sırasında Fatih ile oldu. Çünkü Galata Surlarının üzerinden topu aşırmak için havaya dikmek gerekiyordu. İlk atış boşa gitti fakat ikinci atışta top geminin içine isabet etti ve Bizans çok panikledi. Haliç’in ağzındaki zincirden dolayı Osmanlı donanması Haliç’in içine giremedi. O yüzden karadan taşıdılar gemileri ama o arada da teknolojik olarak bir takım icatlar yapmak zorunda kaldılar. Valiliğin düzenlediği İstanbul’un Fethi Kutlamalarında da şunu anlatmıştım; Fatih, 1452’de fetihten bir sene önce buraya geldi ve çalıştı. Bütün surların çatlaklarına, patlaklarına, kırıklarına, çiziklerine çalıştı. En zayıf yerini gördü ve sonunda buranın Eğri Kapı olduğunu buldu.
“Surun içinde kentsel dönüşümle birlikte yıkımlar olduğunda ilk kez fotoğraflayıp oraları belgeleyen bendim”
Sizin için meslek hayatınızda Eğri Kapı’nın ayrı bir önemi var değil mi?
İstanbul şehir surları turizm açısından çok önemli bir rotadır. Turistik bir cazibe noktasıdır. Biz surun içinde de geziyoruz, dışında da geziyoruz, arada üzerinde dolaştığımız da oluyor. Surun içinde ilk yıkımlar olduğunda ilk kez fotoğraflayıp oraları belgeleyen bendim. Hatta İstanbul Rehberler Odası’na turlar yaptım. Eğitim gezileri de yaptığım için meslektaşlarıma yeni bir rota gösterdiğimde, rehberler buraya da tur yapmaya başladılar ve daha profesyonel olan bu işi yıllardır gezi olarak yapan rehberlerde oraya tur koydular. İstanbul’da yeni çıkan arkeolojik bulgular eşliğinde bir tur. İlk tespit edilen bir yer olduğu için arkeologlar, sanat tarihçileri, rehberler de geliyor, oldukça ilgi görüyor tabi ki.
Bu ilk tespitleri nasıl yapıyorsunuz? Yol haritanız nedir?
Çıkıp gezmekle oluyor. Kimse size uyarıp da söylemiyor, “Bak orada bir ev yıkıldı, inşaat var. Bak altında bir kemer gördük.” demiyorlar; çünkü bilmiyorlar. Ben izin günümde çıkar gezerim, araştırırım, üşenmem giderim bakarım, tespit ederim onun için de kimsenin bulamadığı, bakmadığı gözüne çarpmadığı yerde bazen tesadüfen bulabilirsiniz.
“Surlarda kimsenin görmediği, bugüne kadar belki keşfetmediği, haç figürleri var”
İstanbul’da Eğri Kapı gibi başka neleri keşfettiniz? Bize başka hangi gizemlerden bahsedebilirsiniz kitabınızda da yer verdiğiniz?
Mesela surlarda kimsenin görmediği, bugüne kadar belki keşfetmediği, haç figürleri vardır. Bunları koruma amaçlı yani tılsım olarak yapmışlar zamanında. Kenti korumak için yapıyorlar. Tılsımlı sözler, tılsımlı işaretler kazıyorlar duvarlara ki Bizans’ın, Hristiyan bir kenti korumak için buna ihtiyacı var. Gece boyu dualar yapılıyor kiliselerde. Meryem Ana’nın ikonası gezdiriliyor surların üzerinde, düşmana gösteriliyor. Bunların ikonları da var. Patrik Fotios mesela rivayete göre Yeniköy’de Rus donanmasını batırmış. Kitapta bunları da anlattım. Ama bazen yazıyorsunuz ama insanlar anlayamayabiliyor, gönül gözü de açık olmalı sanırım.
“Yıldırım Bayezid’in çocukları Fetret Dönemi’nde Kosmidion denilen Eyüp’te savaştı. Çok az kişinin bildiği bu konu da “İstanbul’dan Saklı Hikâyeler” kitabımda ufak bir materyal oluşmuş oldu”
Kitabınızda başka hangi dikkat çekici dönemler var?
Mesela, Fetret Dönemi’ni yazdım. Fetret Dönemi’nde Yıldırım Bayezid’in çocukları birbirlerine giriyorlar ve bir savaş yaşanıyor aralarında. Bizans döneminde, İstanbul Suru önünde 15 Haziran 1410 yılında Kosmidion denen yerde çarpışma yaşanıyor, Kosmidion Muharebesi olarak geçiyor ve bunu nedense birçok uzman bilmiyor. Birkaç tarihçi var sadece denk geldim. Hakkında yazılmış pek yazı olmadığı için okuyacak bir materyal de bulunamadığı için kitabımda ilk kez bir materyal oluşmuş oldu. Ben zaten insanlara örnekleme yapıyorum. Benim bulduklarımı kısa kısa yazdım, iddialı bir şekilde bu konu üzerine bir kitap yazmıyorum. Niye? Çünkü ben başlık veriyorum üniversitelere, araştırma görevlilerine. Hocalar da arıyorlar bazen. Üniversitede konu bulmakta sıkıntı yaşıyoruz ama siz de çok konu var diyorlar. Bazen nadir de olsa gelsek beraber bir şeyler yapsak diyenler de olabiliyor. Ben bu konuda gelen taleplere mümkün olduğunca açığım. Yüksek lisans, doktora tezi olan çok sayıda öğrenci de geliyor ben tabi yardımcı oluyorum. İstanbul’un Latin Çağı kitabımız doktora tezlerinde, yüksek lisanslarda kaynak olarak geçiyor. Çünkü bu konuda kimse kitap yazmamıştı. İstanbul’un 57 yıl süren Latin Çağı’nı kimse konuşmadı bugüne kadar.
“Kosmidion, benim bulmuş olduğum bir sütün başlığından yola çıkarak yeri tespit edilmiş Eyüp’te bir manastır. Eyüp’ün eski ismi Kosmidion. Pek çok kimse bu adı bilmiyordu”
Kosmidion bugün neresi?
Kosmidion benim yine bulmuş olduğum bir sütün başlığından yola çıkarak yeri tespit edilmiş Eyüp’te bir manastır. Eyüp’ün eski ismi Kosmidion. Kimse bunu bilmiyor. Ben doğma büyüme Eyüplü’yüm. Arkeoloji, sanat tarihi okuyup da bir yerlere gelmiş değilim sonradan Ayasofya’ya girince merak sardı bana, bir baktım ki ne kadar az şey biliniyor. Kariye’de çalışmaya başlayınca Kariye ile ilgili de pek çok şeyin bilinmediğini gördüm. Bunları görünce de 2021 senesinde bir kitap yazdım. Kariye’yi hem de kronolojik olarak anlattım. Bir Hristiyanlık hikâyesiydi ama sözde İncillerden apokriften de faydalanarak anlattım, çok da ilgi çekti.
Siz aynı zamanda konuşulmayanları da konuşuyorsunuz…
Nedendir bilinmez, 2018’e kadar İstanbul’un işgalini kimse konuşmadı. Beş sene burada Fransızlar, İtalyanlar, Ruslar, İngilizler, Yunanlar caka satarken sen burada silahsız bırakılan askerimizle bir şey yapamadan öylece duruyorduk. İşgal kuvvetlerince teslim alınmıştık ve beş sene boyunca burada zor zamanlar yaşandı. Bu dönem konuşulmuyordu. İşkence haneler vardı İstanbul’da. Beyoğlu’nda mesela, İBB Genç Yetenekler için işgal binalarını içeren bir tur yapmıştım. İstanbul’un işgal binalarını anlatmıştım katılımcılara. İstanbul’da yaşanmış bir gerçeklik var ve biz bunları konuşmuyoruz, anlatmıyoruz çünkü bazı şeyleri bilmiyoruz. Benim derdim birkaç kitap yazıldığında başlıklar üzerinden bunu vermek. Kaynak da veriyorum. Şu kitaptan, genelkurmayın şu arşivinden, yabancı kaynaklardan hep hamaset yapan kitaplardan değil birazda Fatih’i de kötüleyen, Osmanlı’yı da kötüleyen kitaplardan da seçmek gerekiyor. Çünkü o da aynı şeyi anlatıyor. Ama biz hep duymak istediğimiz gibi okumak istiyoruz; o zaman olmuyor. Mesela Fatih’e barbar deyip zalim deyip İstanbul’a girişinde Kudüs’ün alınması Kudüs’ün düşüşü gibi gösteren yabancı yazarlar da var. Ama o dönem yaşamış bu insanlar, görmüşler. Herkes farklı görebiliyor herkes aynı şeyi hissetmiyor.
Meslekteki yolculuğunuz ne zaman nasıl başladı? Yelpazeniz çok geniş olmalı, nerelere tur düzenliyorsunuz?
1996 yılından itibaren 2004’e kadar Ayasofya Müzesi’ne bağlı olan Kariye’de çalıştım. Ayrıldıktan sonra Sultanahmet’te bir cafe açtım. 2010 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Rehberlik Kursu için açılan sınava girdim ve kazandım. 2011 senesinde profesyonel olarak turist rehberliğine başladım. Müzede heyetleri gezdirirken bazen de rehberlere müzeyle ilgili seminer veriyordum. Kariye’yi, Feneri, Balat’ı anlatıyordum. Buralara o zamanlar turistik amaçla doğru düzgün kimse gelmiyordu. 2015’dir Fener’in, Balat’ın parlamaya başlaması. O dönemde de bildiklerimin üzerine ekleme yaparak kendimi geliştirdim. Yerli ve yabancı çok geniş bir çevrem vardır. Bazen beni tanıyan dostlar uzmanlık alanında bir soru geldiğinde, “Biliyorsa o bilir” derlerdi benim için. Bu yıllardır süre gelen bir şeydir ve bu konu da kimseyi mahcup etmedim. Profesyonel rehber olunca işe daha sıkı sarılıyorsunuz. Çünkü yelpazeniz genişliyor. Urfa’da, Edirne’de, Kars’ta sizin alanınızda… Mesela her sene Kars’a tur yapmaya başladık. Ama gidip gelirken demek ki boş gitmiyormuşum. Bir yerde bulunurken boş boş bakmamak lazım… Bölgeye de katkınız olmalıdır diye düşünüyorum.
“Göbeklitepe’de taşlar üzerinde gördüm ve bu tilki avlanıyor dedim. Bir de kitabımda yer verdim. Dikkatim sayesinde çoğu kişinin kabul ettiği bir tespit yapmış oldum”
Bu yönünüz, bakıp da fark edilemeyen başka neleri ortaya çıkarmanıza yaradı?
Mesela, Kars’a giderken bir isteğim de çok sevdiğim gezginlerime orada avlanan tilkileri göstermekti. Onların avlanma adetlerini, oradaki duruşlarının sebeplerini anlatmaktı. Neden hareketsizler? Kulak niye böyle ileri geri oynuyor. Çünkü karın altında bir hayvanın sesini duymaya çalışıyor. Tarla fareleri, köstebekler… Onların yiyebileceği canlıların sesini duyduğu anda hareketsiz kalır, havaya bir sıçrayıp, hızla aşağıya doğru dalışa geçer ve ağzında o fare ile çıktığını görürsünüz. Hemen onu öldürüp mideye indirirler. Ani’ye, Çıldır Gölü’ne, Erzurum’a giderken tren yolculuğunda vahşi doğada kurtları, tilkileri hep görüyorsunuz. Fakat bu gördüğüm şeyi Göbekli Tepe’de taşlar üzerinde de gördüm. 25 sene çalışıp kazıyorsunuz ama hala bu taşları Anunnakiler mi yaptı bir başkası mı yaptı üzerinden gidildiği için bir sonuç elde edemiyorsunuz. Ertan Özyiğit ile 2020 senesinde Ayasofya cami olduğunda ilk canlı yayını Kayıt Dışı programında yaptık. O programdan sonra bir de YouTube yapmıştık; Ertan, 2019 senesi Göbekli Tepe senesi dedi. Herkes farklı ne söyleyebilirsiniz diyordu. Ben de dedim ki bu tilki avlanıyor. Nasıl diye sordular. Bakın altında avladığı fare var dedim. Sen hemen bunu paylaş biz de repost yapalım dediler. Sonra ilk Pelin Çift’in programında, birçok kanalda ben bundan defalarca bahsettim ama bu arada kimse helal olsun nasıl da buldun demiyor. İTÜ’den bir arkeolog arkadaşım tembih etti ve “Selçuk Bey bunu mutlaka yazın. Yoksa birisi alır bunu sahiplenir” dedi. Ve sahiplenmeye çalışanlar hala var. Beş sayfa bir yazı ve fotoğraflarla bakın bu tilki Latmos’ta da kaya resimlerinde var ama oradaki hayvan da avlanan bir tilki sembolü dedim. Oradaki kazıyı yapan Arkeolog Peschlow’un araştırdığı ve bulduğu kaya resimleri vardı benzer şekilde. Otlayan sığıra benzetilerek açıklanmaya çalışılmıştı bazıları. Tilkinin av sahnesi o kaya resimlerinde vardı zaten. Bodrum’a giderken yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışırken kazara ölmüş tilkiler görürsünüz. Bugün hala tilkiler kar olmasına da gerek yok, bu şekilde avlanıyor, toprağın altına giriyor ve çıkartıyor. Bunu ilk paylaştığımda Cumhuriyet Üniversitesi’nden bir doçent hocamız tilki sahnesi için “Bravo hem de bu avın dik alası” dedi ve cesarette verdi. Bunun gibi Kosmidion’un sütununu bulmak oranın manastır olduğunu söylemekte bir iddiaydı ve bunu destekleyen bir hocamız zaten makalesinde yazdı ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’ne de bunu sundu. Bunlara yeni kitabımda yer verdim tabi benim bulduklarım üzerinden. Bu bilgiler artık bilim dünyasının dikkatine sunulmuş oldu. Defineciler hala orada tarihi eser bulmak amacıyla tünel kazmaya çalışıyorlar ama belediye orayı seyir terası yaptı engellendi biraz.
“Kosmidion’un altında bizim hazinemiz var”
Kosmidion’un altında o zaman büyük bir hazine var. Kimin hazinesi? Hazinenin hikâyesi nasıl?
Evet, altında bizim bir hazinemiz var. Bu hazineyi ben kitabımda detaylı bir şekilde anlatıyorum. Bulgar Kralı İstanbul’a geliyor Bizans Kralı ile konuşmak için barış yapmak için çünkü çok zalim çok kanlı savaşlar dönüyor. Bizans İmparatorunun başı, Bulgar Kralı’nın şarap kadehi olmuş. Şu an hala o kafatasından şarap içebilirsiniz. O kadar feci savaşlar ve neticeler olmuş. Anlaşma sağlanması için Eyüp’te görüşme sağlanıyor.
Kitabınızda ağırlıklı olarak neden Eyüp’ü ele aldınız?
Çünkü Eyüp’ün antik tarihi genelde konuşulmuyor. Herkes Eyüp Sultan, Piyer Loti tepesini konuşuyor. Onlar da güzel onlar da lazım fakat Eyüp’ün tarihi bu kadar dar değil. Eyüp’ün tarihi binlerce yıl öncesine uzanıyor. Silahtar Ağa’da kalıntılar var. Eyüp çok geniş bir semt, Göktürk’te Eyüp’e bağlı, Sarıyer bile Eyüp’e bağlı. Çatalca bile Eyüp’e bağlıymış ki Bulgaristan’a kadar uzanan geniş bir coğrafya. Bilad-ı Selase üç belde yani burada üçlü yönetim üç kadılık var ve bu kadılıklar çok geniş. Bu kadılıklar içerisinde yapılan savaşlar, barışlar, avlanmalar, dini ziyaretler gibi birçok şey var. Ama nedense bunları anlatan kimse yoktu. İşte bu kitapla beraber ben bunları biraz dillendirmiş oldum. Mesela, Kosmidion Meydan Muharebesi niye bilinmiyor? Niye bu konuda daha fazla kitap yazılmıyor? Roman dahi yazarsınız ki yazmakta gerekiyor. Yine kitapta yer verdiğim bir konu, ‘Kara Suru’ nu yaptıran imparatorun bir kitabesi vardı. Kitabe bizdeydi fakat biz kitabenin biz de olduğunu bilmiyorduk. 1993 senesinde bulunmuştu. Müze deposunda duruyordu. 2009 yılında ben bir dilekçe verdim, depodan çıkmasını sağladım.
“Poseidon’un da Ayasofya’da tılsımları var”
Sizin Ayasofya’da bulduğunuz izlerde var değil mi?
Haçlı izleri de aradım Yeniçerilerin izlerini de aradım. Ayasofya’da benim bulduğum birçok Yeniçeri izleri var. Vefk denilen tılsımlı işaretler var. Toprak tılsımı yapmışlar. Ayasofya’yı depreme karşı korumak istemişler. Şu anda bunu ilk kez size söylüyor olabilirim. Poseidon yabasını vurduğunda yerden sular çağlar. Hatta onun muhteşem atları vardır. Bozcaada’nın orada yaşar sarayı vardır. Poseidon yere vurduğunda deprem de olur sarsıntılar da olur. Baş melek Mikail gibi o da vurduğunda bazen kıyameti kopartabilir. İnsanlar ölebilir. Poseidon’un da Ayasofya’da tılsımları var. Mesela 16’ya yakın yerde yunus motifi var. Poseidon’un yabaları hala duruyor. Yani Ayasofya, Pagan bir tapınaktı ama Hristiyan bir mabette bile Poseidon’un sembollerini atmak istemediler.
Önemli bir inanış olmalı…
Öyle bir inanış vardı. Pagan ve Hristiyan dönemde Poseidon’un depreme karşı koruyucu bir tılsım olduğu inanışı vardı ve onlar da tuttular bu işaretleri yok etmediler. Aynı zamanda İstanbul susuz kalmasın diye de Poseidon’un böyle bir etkisi olabilir. Neticede Athena ile yaptığı müsabakada Tanrılar onları yarıştırdılar. Atina kentine isim vermek için Poseidon ile Athena yarıştı. Poseidon yere vurduğunda bir at çıktı suların, köpüklerin içerisinden. Al dedi, insanoğlu için bir varlık. Bu yük taşır, insan taşır, onun yol arkadaşı olur diye atı verdi insanlığa faydalı olsun diye. Ama Athena yere bir fidan dikti zeytin ağacı oldu. Zeytin ağacı meyve verdi yiyeceksin, yapraklarından ilaç yapacaksın, çay yapacaksın, yağını vücuduna süreceksin güzelleşeceksin hatta kandil yapacaksın aydınlanacaksın dedi. Athena’nın hediyesi insanlık için daha faydalı görülünce Athena kentinin adı bu müsabakadan geldi. O yüzden Ayasofya’da Poseidon, Nuh’un Gemisi’nin kapısı gibi, çünkü denizciler çok fazla rağbet etmişler Ayasofya’ya. Hatta bizim leventlerde imparatorluk kapısı Nuh’un kapısı diye bilinir. O kapının önünde dualar etmişler sefere çıkmadan.
“Ayasofya’da benim tespit etmiş olduğum, Vikingler’e ait olduğunu düşündüğüm bir gemi figürü daha var”
Ayasofya’da neler keşfettiniz?
Üst galeride onlarca gemi çizimi var, bunlarda tılsımlı. Silah resimleri, at resimleri var. Savaşa giderken canlı dönmek için, bedenden bir parça kaybetmeden dönmek için oraya bazen kendi atlarını, mızrak ve oklarını çizmişler. Ama en çok gemiler var. İniş rampasında, şu anda benim tespit etmiş olduğum yine Vikinglere ait olduğunu düşündüğüm yazısını yazacağım bir gemi figürü daha var. Bu da Kon-Tiki diye geçiyor. Pasifik Okyanusu’nu geçen sazlardan falan yapılan bir gemi tipi. İnşallah bunu da yayınlayacağız. Müjdesini de ilk siz vermiş olabilirsiniz. Bazen insanları gezdirirken bir bakıyorsunuz ışıl ışıl bir gemi figürü parlıyor size. En son bulduğum gemi figürü yine bu da bomba olacak çünkü Vikinglerle ilgili en çok anlatım yapanlardan biri benim. Ayasofya’da bulduğum bir Viking gemisi grafitisi var. İçinde Viking benzeri iki savaşçı ve çocuklar var. Konulu bir çizim yapmışlar. Bu grafiti 9.y.y. ile 13.-14.y.y. arasında herhangi biri tarafından çizilmiş olabilir. Bunun bir Viking işareti olduğunu düşünüyorum. Mermere zarar verilmiş gibi de gözükse de aslında tasvir yapılmış. Demek ki gemiciler Ayasofya’nın uğuruna inanıyordu, galeride bolca gemi figürleri çizip Ayasofya’yı şenlendirdiler ki içlerinde Haçlı gemisi grafitisi de var. Bunun aynısını biz İtalya’da Ravenna’da bir kilisede mozaikten bulduk ve bunu kitapta da yayınladık. Martı başı şeklinde bir gemi. Rus Knezi Oleg eşliğinde yağma yapmak için İstanbul’a gelenlerin bindiği geminin aynısı kuş başlı gemiye bir el yazmasında rastladım. Ayasofya üst katındaki bir sütuna kazınmış. Bu fotoğrafı da ilk kez siz yayınlıyorsunuz.
Ayasofya’da bu tarz zarar verilme bir şeyleri yok etmeye çalışma durumu olduğu doğru mu?
Şu anda bir zımparalama ve çizme durumu var. Bazı yerlerde zımparalamışlar çizimlerin üzerlerini. Haç figürleri vardır mesela içi boş ya kurşun ya sıvayla kapanmıştır. Onlar esasında bir röliker’dir. Arkasında mukaddes eşyaların konulduğu bir muhafazadır mermer plaka aslında. Fakat rölik ve haçlar çalınmış tabi zamanında.
“Müslüman ziyaretçiler vefk yapmışlar Ayasofya’nın içerisine, yani Ayasofya depreme karşı korunsun yıkılmasın, zarar görmesin diye koruma amaçlı tılsım yapılmış”
Ayasofya’da Müslümanların yaptıkları korumalar var mı?
Bizde de Müslüman ziyaretçiler vefk yapmışlar Ayasofya’nın içerisine ve vefk’in içerisine tılsımlı rakamlar sayılar koymuşlar. Onu biz çözdürmüştük toprak tılsımı çıktı. Yani Ayasofya yine depreme karşı korunsun yıkılmasın, zarar görmesin diye koruma amaçlı bir tılsım yapılmış. Ben Ayasofya’da son iniş rampası açıldığında içerde yine bir vefk daha tespit ettim fakat net değil tam okunmuyor. Vefk’ler Osmanlı’da Padişah, Şehzade iç çamaşırlarında da var. Topkapı Sarayı’na gittiğinizde orada Seferli Koğuşu dediğimiz bölümde tılsımlı gömlekler vardır. Yani padişahın üzerindeki tılsımların aynısını Ayasofya’da görebilirsiniz. Ama bunu görecek için dikkatlice bakmak lazım, biraz gönül gözü de lazım.
Siz bütün bunları nasıl görüp bulabildiniz?
Bu özellikle sizde olan bir kabiliyet değil. Biraz şans ve biraz da ışık lazım. Doğru zamanda baktığınızda fener tutar gibi güneş ışığı gösteriyor detayları. Bunun için sabah, öğle, ikindi, akşam gitmeniz gerekiyor. Ben mesela Ayasofya’ya gece turu da yaptım. Birazda insanın kendini geliştirmesi de gerekiyor. Her konuda biraz bilginiz olması gerekiyor. Bu sırf İslami açıdan, Yahudilik, Hristiyanlık açısından değil. Genel anlamda bazen Budizim’den, Şamanizm’den de bilginiz olması gerekiyor ki siz orada baktığınız bir detayı yorumlayabilesiniz. Yeniçerilerimizin bir denizci çapasını fark ettim. 31. bölüğe ait olması gerekiyor. Yeniçerilerin izleri arasında merdiven sembolü var. Kuş oluyor, flama oluyor. Mesela Ayasofya’da muhteşem bir Zülfikar remiz var. Şimdi çalışmayınca bunlar birer haçlı sembolü mü, yeniçeri sembolü mü, Bizanslı birliklere ait olan tılsımlı işaretler mi bilemiyorsunuz.
Sizin İstanbul’dan Saklı Hikâyeler dışında da çok ilgi gören kitaplarınız var… İstanbul’dan Saklı Hikâyeler’i yazarken size ilham olan biri ya da bir şeyler oldu mu?
Ben covid zamanı evde otururken iki kitap çıkardım. Biri İstanbul’un Latin Çağı diğeri de Bir Pera Masalı hala ilgi gören bir kitap. İki tane belgesel çekildi kitap için. Diğer kitaplarım The Museum of Chora, Dolmabahçe Sarayı, Efes ve son kitabım da İstanbul’dan Saklı Hikâyeler. İstanbul’dan Saklı Hikâyeler çok iyi oldu biraz da ihtiyaçtı. Benim ilham kaynağım Joseph Von Hammer bu konuda. Türk Tarih Kurumu’ndan çıkan kitabında o kadar güzel anlatmış ki. Kısa kısa hem Boğaz var hem tarihi mekânlar var. Benim gezdiğim, yaşadığım, hoşlandığım tarzda.
“Grenwich geçerli olmadan önce Ayasofya vardı. Ayasofya’nın merkezinden geçen meridyen aslında dünyanın tam merkezini oluşturuyor”
Araştırmalarınız ışığında sizce İstanbul’un ve Türkiye’nin büyük gizemi, önemi nedir?
Ben, ‘Ayasofya’nın Derinliklerinde’ isimli belgeselde sanat yönetmeniyim. Bizim belgesel o kadar beğenildi ki yayınlanmadığı halde fragmanlarından Dan Brown Cehennem Romanını yazdı. Profesyonel dalgıçlar sarnıçların içerisine daldı, mağaracılar gezdi tünellerin içerisinde. Bunu görünce Dan Brown kendi kendine demiş ki ben niye İstanbul’u yazmıyorum? Cehennem kitabında 84. bölümde İstanbul’u yazıyor. Röportaj için giden gazetecilere yönetmen arkadaşım Göksel Gülensoy’u takip ettiğini söyledi kendisi. Ayasofya’da gördüğü dalgıçlar ve bu projeden çok etkileniyor. Dört yılda romanı kendi bilgileriyle tamamladığını ve bu sayede İstanbul’u da romanına katmış olduğunu söylüyor. Floransa, Paris, Roma’dan bahsediyor. Ama İstanbul başkent nasıl İstanbul pas geçilebilir ki! Ayasofya merkezde ve eskiden “0”noktası kabul ediliyordu. Dünyanın merkezi orada, Greenwich geçerli olmadan önce Ayasofya vardı. Ayasofya’nın merkezinden geçen meridyen aslında dünyanın tam merkezini oluşturuyordu. Enerji merkezi ley hatları Hipodromun orada aslında çok yüksek… Benim bir arkadaşım Byzantium 1200 projesini üç boyutlu olarak çiziyor. O dikili taşların olduğu yerde içinde su olan bir havuz olduğunu söylüyor. Su seperatör aynı zamanda belki de herhangi bir saldırı olduğu zaman imparatoru korusun diye güvenlik olarak da düşünülmüş. Aynı zamanda denizleri ve karaları da sembolize etmektedir. Avlulu medreseleri düşünün, orada bir havuz vardır. Hoca alır öğrencilerini avlunun etrafında astronomi çalıştırırken yıldızı havuzun üzerinde gösterir. Gökyüzünde belki işaret edemezsin ama suyun üzerinde çok güzel işaret edebilirsin. Suyun şöyle bir faydası vardır. Su iletkendir. Su olan yerde hatibin konuşması da daha etkili hale gelir. Ve siz etkilendiğiniz bir konuşmadan daha fazla bilgi alırsınız.
“Taşlardan geriye dönük faydalanacağız. İşte o zaman geçmişle ilgili hiçbir şüphemiz kalmayacak”
Su kayıt alıyor…
Her şey kayıt altına geçer. Taşlarda kayıt tutuyor. Ne zaman modern teknoloji ilerleyecek biz bu teknolojiye kavuşacağız. O zaman bu taşlardan geriye dönük faydalanacağız. İşte o zaman geçmişle ilgili hiçbir şüphemiz kalmayacak.
“Kitapta Bathonea’da Viking izlerini de göreceksiniz. Benim araştırmalarım kazı yerinin tanıtımı açısından fayda sağlayacak şekilde döndü”
Bathonea Antik Kenti kazı çalışmalarında bulundunuz mu?
Basında mümkün olduğunca Bathonea kazılarından bahsetmeye çalıştım. Bu vesileyle bir nevi basın sözcüsü gibi oldum. Kazıdaki çalışmaları kıdemli gazeteci Gökhan Karakaş takip etmekteydi. Bir de kazı başkanı Kocaeli Üniversitesi’nden Profesör Şengül Aydıngün ile Ayasofya’dan beri tanışırız. Avcılar Belediyesi çalıştayında Vikingleri zoom üzerinden anlatmıştım. Sonra kitaba da yazdım Bathonea’da Vikingleri de göreceksiniz diye. Geçenler de aradılar beni kazı kapanacak gel diye. Kazının kapanmasının sebebi de şu; ara ara üniversiteye de dönülüyor, yani 365 gün kazı yapılamıyor. Kazının kapanması demek, üniversiteye dönülecek akademik tarih başladı demek. Kazı kapandı, bir daha kazılmayacak, kazının üzeri örtülmüş gibi de anlatılabiliyor kimilerince. Normalde kazı kapandı denince hocalar üniversitedeki işlerinin başına dönüyorlar demek ve bir sonraki sezon devam edilecektir. Çünkü bir kazı 30 sene de 50 sene de sürer.
“Mars’a çıkmamak lazım, onları burada aramak lazım!”
Göbeklitepe’de durum nedir? Kazı devam ediyor mu? Bilinmesi istenmeyen şeyler mi var? Kazının başındaki Alman bilim adamı evinde ölü bulundu öldürüldü iddiaları da duyuldu. Sizce böyle bir şey olabilir mi?
Göbeklitepe’de kazı devam ediyor. Evet olabilir. Çünkü böyle bir takım şeyler var insanların işine gelmeyen. İşte Göbeklitepe’nin 12 bin yıllık çıkması gibi. İyi de dinler tarihi ne kadar? Yarısından az. Dinler tarihinin geçmişi var. Ne oldu peki, 6 bin yıl önce de insanlar vardı, geziyorlardı. Adam avcı- toplayıcı bile değildi. Adam tapınak yapmış ne avcı-toplayıcısı! Bulduğunu yemiyordu yani gündelik yaşamıyordu. Kültürü vardı, sanatı vardı. Senin bugün gelişmiş sanatçılarından bile aşağı kalmayacak eserler üretmişler, dev parçaları tonlarca ağırlıktaki taşlardan yontarak bunları taşımışlar, nakliyesini yapmışlar. Mars’a çıkmamak lazım onları burada aramak lazım!
“Bazen insanlar tehdit edilebiliyor. Bazen ben de tehdit altında olduğumu hissediyorum!”
Siz hiç insanların işine gelmeyen bir şeyleri anlatıp, açıklayıp bundan ötürü de tehdit aldınız mı?
Bazen insanlar tehdit edilebiliyor. Bazen ben de tehdit altında olduğumu hissediyorum! Niye? Çünkü bazen söylenmemesi gereken şeyleri söyleyebiliyorsunuz ki bunların başında Ahit Sandığı geliyor. Benim de bu konuda uyarılmam gibi. Bu konuda çok bilgi paylaşıyorsunuz, anlatıyorsunuz bunu yapmayın diyerek tatlı bir şekilde bir uyarı geldi.
Bu uyarı karşısında nasıl bir tepki verdiniz? Korktunuz mu?
Resmen bir kişi geldi ve bunu bize söyledi. O anda bir irkildik tabi. Belli ki o da bir yerden gönderilmişti. Sağlam bir yerden gelmiş ki rahat bir şekilde söyledi.
“O gelen kişi belki insan bile değildi. Bilmiyorum ama o kişi sıradan bir kişi de değildi! Aslında her şeye gönül gözüyle de bakmak gerekiyor”
Görünen görünmeyen bir sürü varlıkla temas halindeyiz… Bu uyarı nasıl bir uyarıydı sizce hangi kaynaktan geliyordu?
Yani… Bugün aramızda insan gibi görünüp de belki dedim ya o gelen kişi belki insan bile değildi. Bilmiyorum ama o kişi sıradan bir kişi de değildi. Bazen sizi biri uyarır ya kenara iter dursanız araba çarpacaktır aslında. İter sizi hayatınızı kurtarır. Olmuyor mu bunlar oluyor, yaşanmıyor mu yaşanıyor. Biri tutuyor kolundan çekiyor seni tepeden saksı düşüyor. Yüksekten düşen bir saksı bir insanı çok rahat öldürebilir. Bazen bir ceviz bile öldürebilir. Aslında her şeye gönül gözüyle de bakmak gerekiyor. Bazen bir meczup geliyor bana bir şey söylüyor. Diyorum ki acaba ne demek istedi. Geliyor bana karşımda bana bakmadan duruyor ve yüksek sesle bağıra bağıra bir şey anlatıyor. O anlarda da duruyorum ve ders alınması gereken bir şey olabilir içinde diye bakıyorum olaya. Çünkü ben çok yerlere girip çıkıyorum. Sinagoglara, kiliselere, ayazmalara, izbe ve karanlıkta kalan, kullanılmayan yerlere giriyorum. Ben eve gittiğimde bazen külçe gibi yatıyorum. Yemek bile yiyecek halim olmuyor. Ayazmaların enerjisi çok yüksek oluyor. Kitapta da yazdım. Meryemana Ayazması. Meryem Ana’nın elbisesinin ve kemerinin saklandığı yerdir orası ki enerjisi çok yüksektir. Her götürdüğüm gruptan birileri orada çok şey hisseder. Patrikhane örneğin, orada mukaddes eşyalar vardır. İsa’nın bağlandığı, kırbaçlandığı sütün vardır orada. Doğru düzgün kimse bilmez. Her şey burada Balat’ta, Fener’de, Sultanahmet’te… Balat’ın da mistik bir dokusu vardır.
“Ahit Sandığı Ayasofya’da mı, değil mi?”
Ahit Sandığı’na dönersek, Ayasofya’da mı?
Ahit Sandığı Ayasofya’da mı, değil mi? Ayasofya’da belli başlı bazı gizli odalar vardı. Onun yeriyle ilgili daha önceden söylenen işaret ettiğimiz oda vardı. Hakikaten de öyle bir oda çıktı. Ayasofya, cami olma sürecinde de kapandı; ziyarete de kapattılar kapılarını. İbadete de kapatmışlardı. O arada mermerler açıldı duvarlarda, yerlerde bilimsel olarak çalışma yapıldı. Yine dalgıçlar, mağaracılar bizim ekibin haricinde Ayasofya’da araştırma yaptılar. Kısa sürede girdiler çıktılar ve odanın boş olduğunu söylediler. Ama oda boş muydu ne vardı neydi bilmiyoruz. Tabi bizim için geçerli olan şu anda resmi makamların yapmış olduğu açıklama, biz onu dikkate alıyoruz.
“Tarsus Kazılarında bahsedilir; yanına yaklaşanı çarpan bir sandık varmış. 2-3 metre öteye atıyormuş. Herkes ama herkes Ahit Sandığı’nın peşinde!”
Sizce Ahit Sandığı nerede olabilir?
Ahit Sandığı ile ilgili yorumlar var ama kutsal kitapta Tanrı’nın söylediği bir söz var: “Artık benim için Ahit Sandığı yapmayacaksınız? Size oradan seslenmeyeceğim.” Yeremya 3.16’da geçiyor. “Ülkede büyüyüp sayıca çoğaldığınız günlerde” diyor Rab, “Halk artık, ‘RAB’bin Antlaşma Sandığı’ demeyecek. Sandık bir daha kimsenin aklına gelmeyecek; anımsanmayacak, özlenmeyecek, bir yenisi de yapılmayacak. Bunun üzerine bazen biz hala inatla Ahit Sandığı’nı arıyorsak, sonradan yapılmış olabileceğinin düşünüldüğü sandığı bulamayabiliriz. Ama öncesinde yapılmış bir sandık varsa Rabbin sözünü taşıyan bir sandık varsa, yanına yaklaşanı çarpan ki, Tarsus Kazılarında benzer türde bir şeyden bahsedilir. Yanına yaklaşanı çarpan bir obje varmış, 2-3 metre öteye atıyormuş diye herkes bunu söylüyor. Yorumlar üzerinden gidilebilir ama şuradadır, buradadır diye bir şey söylenmiyor. Herkes ama herkes bu sandığın peşinde! Belki burada otururken bile bu sözü andığınızda sizde tehlike altına girebilirsiniz.
“Çocukluğumdan itibaren yaşadığım bir takım olaylar var”
Uzun yıllardır tarihi mekânlarda, gizemli sırlı yerlerde geziyorsunuz? Sizce neden? Siz kendinizde bir farklılık hissediyor musunuz? Yaşadığınız sıra dışı olaylar var mı?
Çocukluğumdan itibaren yaşadığım bir takım olaylar var. Mesela annem gece saatleri evin bahçesinde iş yaparken içeri itilmiş, gece iş yapma deniyor. Ona üç kere tekrarlanmış bir söz ‘namaz, namaz, namaz’ diye annem beş vakit namaza başlamış. Bir gün uyuyorken uyanmışım ve ‘adak kesin, adak kesin!’ demişim. Ben farkında değilim o sırada babam işten gelmiş, kaza geçirmiş alnı, başı kan içinde! Babamın da başına gelenler var. Babam uykusundayken kalkmış Mısır Tarlası Mezarlığı’nda bir taşa çarpıyor ve dişi kırılıyor o zaman uyanıyor, bir bakıyor ki mezarlıkta geziyor. Mısır Tarlası Mezarlığı’nda da 300-400 yıllık mezarlar vardır hatta Fetih zamanından kalma şehitler vardır kimse bilmez, insanlar üzerlerinden yürür giderler.